Yetmiş yaşındaki ihtiyar bir müslüman, yedinci defa hacca giderken bilgili, temiz ve alçak gönüllü bir genç ile arkadaş olmuş. Görünüşe göre ihtiyar nafile, genç ise farz hacca niyetlenip ihrama bürünerek yola çıkmışlar. Bir defasında genç, ihtiyar arkadaşına şöyle bir soru tevcih etti:
- Efendi hazretleri! Biliyorsunuz ki; İslam’da hac, ömürde bir kez farzdır. Nafile hacca gelince; zengin olan müslümanlardan, en az beş senede bir, Beytullah’ı ziyaret etmeleri istenmektedir. Halbuki siz ve sizin gibi bir çok müslüman, farz olan hac vazifenizi yapmış olduğunuz halde, üstüste her sene hacca gidiyorsunuz. Acaba bunun sebebi sizce ne olabilir?
İhtiyar, arkadaşının bu sorusuna, sadece:
- Evet, öyle gibi... dedi ve meseleyi kapattı. Acaba niçin? Hikayenin sonunu bekleyenler, bu (Niçin?)’in cevabını bulacaklar sanıyorum.
Nihayet, Mekke-i Mükerreme’ye varıyorlar. Ha- rem-i Şerife varıp Beytullah’m etrafında dönmeye, tavaf etmeye başlıyorlar. Başlıyorlar ama, daha yedi tavaftan birincisini bitirir bitirmez, ihtiyarın arkadaşı olan gençte bir hal değişikliği oluyor. Genç, nereden geldiğini anlayamadığı bir ses işitmeğe başlıyor. Şaşırıyor bu hale. Arkadaşına da açamıyor. Çünkü söylenenler arkadaşıyla ilgili. Hem de onun aleyhine.. Şöyle deniliyordu gence:
- Söyle o ihtiyar arkadaşına! Onun haccı kabul olunmuyor.
Genç, son derece meraklanıyordu. Acaba şeytanlar mı, cinniler mi söylüyordu bunu? Arkadaşımla aramızı mı açacaklar? gibi çeşitli sorular gelip geçiyordu aklına. Biraz, kendini tutup sabretmek ve arkadaşının moralini kırmamak istedi. Lâkin, aynı ses ikinci ve üçüncü defa yine sıkıştırdı genci.
"Belki hayır vardır bunda.. Arkadaşım benden daha tecrübelidir. İhtimal ki aklımı kaybediyorum. Dert açmayayım kendi başıma. Söyleyeyim arkadaşıma" dedi ve duyduklarını, kendisinde meydana gelen hal değişikliğini sıkılarak anlattı.
İhtiyar, genç arkadaşında gördüğü değişikliklerden manzarayı çakmıştı zaten. Durum kendisine açılınca, hiç meraklanmadı. Sadece, güldü, sevindi ve maneviyyatı sarsılmak üzere bulunan genç arkadaşına moral vermek ve bu olaydaki ibret noktalarını göstermek üzere şunları söyledi:
Merak etme, müsterih ol. Bunda şaşılacak bir şey yok. Bana daha önce:
- Farz olan haccmı eda etmişsin. Niçin her sene hacca gidiyorsun? diye sormuştun ya; hatırladın mı onu? Hah, işte bu olanlar ve daha olacak olanlar, inşaallah, bizim hayırımıza tecelli edecektir. Bak, iyi dinle! Farz haccımm kabul edilmediğini ben de biliyorum. Ama, çaresiz kalıyorum; gene geliyorum, bir hac daha yapıp dönüyorum. Bu sebeple ben, her sene farz haccımm edasına çalışıyorum. Bu, benim vazifemdir. Benim için, buradan başka nazlanacak yer yoktur. Bana, acıyıp affedecek şu Ka’be’nin sahibinden başkası değildir.
Haccımı kabul etmeyen de O’dur. Ama, kabul etmek, O’nun işidir. Etmeyebilir de. Ben kuluyum O’nun. Kulun vazifesi, O’nun emrini dinlemek ve yüce kapısını çalmaya devam etmektir. İşte ben de, bunu yapıyorum. O, benim yaptıklarımı kabul etmese bile yine yapacağım. Çekilmiyeceğim kapısından; vuracağım, duracağım..
İşin, ilginç yanma bakın ki; ihtiyar, ağlayarak söylediği bu samimi sözlerini bitirir bitirmez, genç arkadaşı, sevindirici bir haber daha işitmeye başladığını ve şöyle olduğunu söyledi:
- İşte şimdi, onun haccı kabul edildi. Çünkü o, Allah’ın kapısından başka, duracak ve yalvaracak hiç bir kapının bulunmadığını, Beytullah’ta ilan etmiş oluyordu.