"Oruç niçin tutulur" sözü, bana bir olay hatırlattı. Önce bu olayı anlatalım, sonra üzerinde düşünelim.
Olay şöyledir:
Abdullah adında eli açık ve çok cömert birisi varmış. Bu zatın, Caferi Tayyar’ın oğlu olduğu bile söylenmektedir. Caferi Tayyar ise, Hazreti Ali Efendimizin kardeşi olmaktadır.
Sözünü ettiğimiz Abdullah, bir gün bir hurma bahçesine uğrar. Bahçede biraz dinlenir, istirahat eder. Bu arada, bahçede bekçi olarak bulanan ve bahçenin sahibinin hizmetçisi olan kişi, bahçeye bir yabancının girdiğini ve ağaçların altında dinlenmekte olduğunu görür ve sahibine haber verir.
Bahçe sahibi, misafire ikram olsun diye, hizmetçisine o günkü yemeğini, biraz daha fazla alarak, bahçeye gelen misafirle birlikte yemesini söyler. Hizmetçi de sahibinin emrine uyar, yanma biraz yemek alır, misafirin yanma gider.
Hizmetçi, sofrayı serer ve üzerine yemekleri koyar. Kendi önüne sadece üç parça ekmek ayırdıktan sonra, çoğunu misafir gelen Abdullah’ın önüne ayırır.
Birlikte sofraya otururlar. Tam o sırada, bir köpek belirir yanlarında. Köpek, sofraya gözlerini dikip beklemeye başlar. Belli ki açtır. Hizmetçi, hemen kendi önüne ayırdığı üç parça ekmeğin bir parçasını köpeğe verir. Arkasından ikinci parçayı, onun da arkasından üçüncü parçayı köpeğe yedirir. Bunu gören Abdullah, hizmetçiye sorar:
- Bu günkü yiyeceğin nedir? Hizmetçi:
- Köpeğe verdiğim, şu üç parça ekmek der. Abdullah yine sorar:
- Niçin köpeğe verdin ya? Hizmetçinin cevabına bakalım:
- Efendim, anlaşılıyor ki bu hayvan gariptir. Yani sahibi yok. Ekmeğe muhtaç bir hayvandır. Sahipsiz-
liginin yanında bir de açlığın acısını çekmesin. O doysun. Üstelik o, hayvan olması hasebiyle sabretmesini de bilmez. Ama ben, açlığı yenmek için, niyet edip oruç da tutarım.
Bir hizmetçinin, bu kadar ince ve yüksek bir fikre sahip olması, aynı zamanda bir başkasını doyurmak için, elindeki lokmaları vererek aç kalmayı tercih edecek bir alicenaplık göstermesi, Abdullah’ı öyle bir susturdu ki, kendi cömertliklerinden bahsetmekten vazgeçti,
İşte burada bir fıkra daha anlatmak gerekti. Bu fıkra, anlatmak istediğimiz mananın daha sağlam kavranmasına büyük ölçüde yardım edecektir. Bu fıkramız da şöyle:
Tahmuras adında bir hükümdar varmış. Bu hükümdarın zamanında ahaliyi kasıp kavuran şiddetli bir kıtlık olmuş. Enflasyon denilen aşırı pahalılıktan dolayı, zenginlerle fakirler arasında büyük bir uçurum meydana gelmiş. Halk arasında açlıktan ölen fa¬kirler sık sık görülmeye başlamış. Bu durumdan çıkar sağlayan fırsatçılar, fakirlerin elinde avucunda bulu¬nan tek kuruşlarına varıncaya kadar çektikleri gibi, onlara verdikleri borç para ve malların taksitleri üzerine koydukları faizlerle, onları ekonomik bir esaret ablukası altında ölüme terk etmişler.
Bu fecaat karşısında, merhameti kabarıp taşan hükümdar Tahmuras, pek çok önlem ve tedbirlere başvurmuş. Fakat, bunların hiçbirisi, bu insafsız egoizme çare olmamış. Ancak, hükümdar Tahmuras, son bir tedbir daha almış ki, işte bu çok dikkat çekici ve çok da müessir olmuş. Bizim anlatmak istediğimiz mana ile ilgili olan da budur.
Şöyle ki, Hükümdar, fakirlere şefkatinden dolayı, zenginlere oruç tutmayı mecburi kılmış. Yani zenginlerin günde bir öğün yemek yemelerini, onu da, karanlık bastıktan sonra akşamleyin yemelerini emretmiş ve bu hükme uymayanları idam cezasıyla cezalandırmış.
İşte böylece, tarihte ilk defa, bir hükümdar tarafından zenginler aç bırakılarak, fakirlere yardıma çağrılmıştır.
Şimdi orucun niçin tutulduğunu ve hele İslam’da oruç tutmanın niçin farz olduğunu anlayabilmemiz kolaylaştı demektir.
Aslında oruç da, diğer kulluk vazifelerimiz de hep Allah’ın emri olduğu için yapılır, tutulur. Bunların nedeni, niçini araştırılmaz. İnandıktan sonra amel edip teslim olmak, en garantili yoldur. Bu, ibadetlerimizin manevi yönüdür. Maddi yanı ise, yardımlaşmayı temin etmek suretiyle pahalılığı ve kıtlığı önlemekten ibarettir. Bu durum, İslam’ın Zekat, Fıtra, Öşür ve Kurban gibi emirlerinde de bütün açıklığı ile orta yerdedir.