Nezir orucunun bir takım kısımları vardır. Bunlar
da:
1- "Şu kadar müddet oruç tutacağım" diye belli günü tasrih edilen nezirler.
2- Miktar belli etmeyip sadece oruç tutacağına dair yapılan nezirler ve itikafa nezretmekle tutulan oruçlar bu gruba girer.
Müddet ve miktar belli edilen nezir oruçlarının aralıksız tutulması gerekir. Müddet belli edilmemişse aralıksız tutmak şart değildir.
Bir kimse geçmiş Ramazan orucunun kazasını tutmakta iken Ramazan ayı girse, tuttuğu kazayı kesip de geçmiş Ramazan’dan kalan kaza borcuna niyet etse bile, vaktin Ramazan’ını tutmuş ve niyet ettiği kaza kalmış olur.
Başladığı kazayı geriye bırakan kimsenin, geriye bıraktığından dolayı fidye vermesi gerekmez. Çünkü girmiş olan Ramazan ayının orucunun tutulması için Kur’an-ı Kerim’de açık delil vardır.
İhtiyarlıkları sebebiyle oruçlarını tutamayan ihtiyar erkek ve kadınlar için, yedikleri her gün karşılığında bir fidye vermeleri gerekir. Nezrettiği orucunu tutamayacak durumda olan ihtiyarların da her gün için bir fidye vermek suretiyle nezir borçlarından kurtulacakları tabiidir.
Bir günlük orucun fidyesi yarım sa’ buğdaydır. Bu miktarın 1667 gr. olduğuna dair eserin yukarısında, hamişte bilgi verildi. Bu miktar buğdayın bedelinin para olarak verilmesi de caizdir. Hatta para olarak vermek daha uygundur. Ömrü misafirlikte geçip mukim olmadan ölen kimse için fidye vermeye gerek yoktur. Çünkü, sefer halinde iken orucun tutulması şart değildir.
Bir kimse ömür boyu oruç tutmayı nezretse, bunun yerine getirilmesi mümkün olmadığına göre, her günü için bir fidye vermesi gerekir. Üzerine borç olan fidyeyi veremeyecek durumda (fakir) olan kimse, bunun yerine Cenab-ı Hakk’a bol bol tevbe ve istiğfarda bulunur. Üzerinde bulunan borcunun bağışlanmasını niyaz eder.
Oruçtan başka ibadeti için fidye vermek caiz değildir. Oruç karşılığında gerekirse fidye verilebileceğine dair Kur’an-ı Kerim’de açık hüküm bulunmaktadır. Oruçtan başka bir ibadetin karşılığı değildir. Şöyle ki, bir kimsenin üzerine yemin, katil, yahut zıhar keffareti vacip olması, yahut da kasden orucunu bozan kimse, bunun keffareti için köle azad etmek, altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmak, yahut da bu kadar fakiri giydirecek imkana sahip durumda olmasa, bu kimse aynı zamanda oruç tutamayacak kadar ihtiyar bir kimse olsa da sağlıklı zamanında borcu olan orucunu zamanında tutmayıp ihtiyarlık zamanına bırakmış olsa, bütün bunlardan dolayı oruç yerine fidye vermek caiz olmaz.
Bu meselelerde oruç başka bir ibadetin bedeli ol-makta, ibadet ise, servetle yerine getirilen keffaret olarak meydana çıkmaktadır. Her ibadet kendi yerinde ifa edilmekte, keffaret yerine oruç ise, onun bedelini ödemeye gücü yetmiyen kimseler için caiz olabilmektedir.
Bir kimse borcu olduğu halde yerine getiremediği keffaret için malının üçte birinden karşılanmak üzere vasiyette bulunabilir.
Her oruç borcu için verilecek fidyede mübah olan, bir günde altmış fakirin akşamlı sabahlı doyurulmasıdır. Bunun karşılığının para olarak verilmesi caizdir. Fıtır sadakası ile zekat böyle değildir. Onlarda esas olan temliktir. Yani yedirmek değil, zekatı verilen servetin ya aynından, yahut da karşılığı olan bedelinin para olarak verilmeleri gereklidir.
Nafile olarak oruç tutmakta olan kimsenin özürsüz olarak orucunu bozması caizdir. Bu görüş İmamı Ebu Yusuf'undur.
Kemalüddin b. Hümam diyor ki:
"Kanaatıma göre doğru olan budur."
Müslim’in Hazreti Aişe (r.a.)’den rivayet ettiği bir hadisi şerife göre, "Allah’ın Resulü (s.a.v.) bir gün saadethaneye (eve) geldi ve bize:
- Yanınızda yiyecek bir şey yok mu? diye sordu. Biz de:
- Hayır ey Allah’ın Resulü, hiç bir şey yok, dedik. Bunun üzerine Allah’ın Resulü (s.a.v.) buyurdular ki:
- Ben şu anda oruçlu bulunuyorum.
Hazreti Aişe (r.a.) devam ediyor:
Başka bir gün, yine Allah’ın Resulü (s.a.v.) çıkıp geldiler ve biz kendisine:
- Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.), bize hurma macunu (helvası) hediye edildi. Şu anda hazırdır, dedik. Bunun üzerine:
- Onu bana gösteriniz. Ben sabahleyin oruca (nafile) niyet etmiştim buyurdular ve kendilerine takdim ettiğimiz hurma helvasını yediler. Bu rivayete İmam-ı Nesei şu ilaveyi yapmaktadır:
"Ben ileride bu orucumun yerine yine oruç tutarım" buyurdular.
Hadisi şerifteki bu fazlalığı Ebu Muhammed Abdülhak’da aynen doğrulamakta ve nafile olarak niyet edilen orucun özürsüz olarak bozulmasının caiz olduğunu bildirmektedir.
Fıkıh alimlerinden Kerhi ve Ebu Bekr (r.anhü- ma) özürsüz olarak başlanan nafile orucun bozulmasının doğru olmadığını, ancak bir gereklilik karşısında bozulabileceğini iddia etmişlerdir. Bu görüş Zahi- rürrivaye’nin de üzerinde durduğu bir husustur. Bu hususa şu hadisi şerif açıklık getirmektedir. Allah’ın Resulü (s.a.v.) buyuruyor:
"Bir kimse hazır sofraya yemek için çağrılırsa, oruçlu değilse çağrıya icabet etsin. (Sofraya otursun ve davet edilen yemekten yesin.) Eğer oruçlu ise yemesin. (Davete icabet etmesin.)"
Kurtubi diyor ki: "Bu hadisi şerifle orucun tutulmasına işarette bulunulmuş ise de, davete icabet etmenin (davet edilen sofraya oturup yemek yemenin) sünnet olduğu dikkate alınarak, orucu bozup oturmak, oturmamaktan efdaldir
Bilinmelidir ki, ister namaz olsun ister oruç, nafile olarak başlandıktan sonra sebepsiz yere bozulmaları mekruhtur. Fakat haram değildir. Hadisi şerifteki işaret, orucu bozmak için kesinlik ifade eden bir delil değildir. Her ne kadar bozulan nafilenin yerine kaza gerekirse (vacipse) de.
Yemek için mazeret bulunması halinde, nafile orucun yenilebileceği hususunda müctehidlerin ittifakı vardır. Namazı bozmak da aynen böyledir.
Nafile olarak tutulmakta olan orucu bozmak için misafir olmak ve misafir ağırlamak meşru bir mazerettir. Ancak bu ağırlamanın da zeval vaktinden evvel yapılması esastır. Zevalden sonra misafir için oruç (nafile oruç) bozmak doğru değildir. Misafir baba ve anne ile bunlardan birisi ise, bunlara ikram edilme sırasında öğleden sonra da olsa nafile orucu bozmak caizdir.
Ancak, bunları ağırladıktan sonra başka bir şey yemeyip oruçluluk halinin akşama kadar devam etmesi gerekir. Bu ruhsat, baba ve annenin haklarının Ce- nab-ı Hakk’m hakkından hemen sonra geldiğinden dolayıdır ve başka kimseye mahsus değildir.
Bir kimse tutmakta olduğu nafile orucunu bozacağına dair nikahı üzerine yemin etse, vakit öğleden sonra da olsa orucunu bozar. Bir kimsenin hukukunu koruduğu için, orucunu bozduğundan dolayı günah işlemiş de olmaz.
Misafire ikramda bulunanı Allah’ın Resulü (s.a.v.) müjdelemiştir. Onun için, misafire ikram bir ibadettir. Ancak bu ikramın zamanı içerisinde yapılmış olması da esastır.
Et-Tecnis isimli eserde kaydedildiğine göre, bu kimse nafile olarak oruca niyet ettiği halde, sabahleyin herhangi bir din kardeşinin yanma gitse de gittiği yerde kendisi ile birlikte yemek yenmesi teklif edilse, teklif edeni kırmayıp orucunu bozmakta hiç bir sakınca yoktur. Bu hususla ilgili olarak Allah’ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Bir kimse müslüman kardeşinin hatın için nafile olarak tuttuğu orucunu bozar, birlikte yemek yerse Cenab-ı Hak o kimse için bin (1000) günlük oruç tutmanın sevabını ihsan eder. Aynı günü daha sonraki müsait günlerden birisinde kaza ettiği zaman da yine bin gün nafile oruç tutmanın sevabına nail eyler."
Bu hadisi şerif Tatarhaniye’de de ayrıca kaydedilmiş bulunmaktadır. El-Muhit ve el-Mebsut isimli eserlerde de bu mesele aynen kaydedilmiştir.
Nafile oruç tutmakta olan bir kimse -hangi sebeple olursa olsun- orucunu bozarsa, mutlaka kaza yapması gerekir. Başlandıktan sonra bozmadaki kusuru kapatmak için aynı orucun yeniden tutulması gerektiğine ve bu gerekliliğin vacip bir hüküm olduğuna bütün müctehidler ittifakla karar vermişlerdir.
Oruç tutulması haram olan beş günden herhangi bir günün orucuna nafile olarak niyet edip de bozan kimsenin durumu böyle değildir. Bu beş gün, iki Ramazan ve Kurban bayramlarına ait olan günler ile, üç de Kurban bayramından sonra gelen teşrik (et dağıtma) günleridir.
Oruç tutulması yasak olan bu günlerde yasağa rağmen nafile oruca niyet edip orucunu bozan kimsenin kazasına gerek yoktur. Zahirü’r-Rivaye’deki görüş budur.
İmam-ı Azam’dan rivayete göre: "O günlerden birisinde nafile oruca başlayan kimsenin yapacağı şey, başladığı orucu hemen bozmaktır" denilmektedir. O beş günden birisinde başlanan orucu tamamlamak caiz değildir. Zaten o günlerde oruca başlamak, yasak olan bir işe başlamış olmaktan başka bir şey değildir. Yasak olan bir şeye başlansa bile, en kısa zamanda onu bırakmak bir görevdir.
Bayramlarda ve teşrik günlerinde Cenab-ı Hakk- ’ın kullarına ziyafeti vardır. O günler yeme ve içme günleridir. Buraya kadarki görüş İmam-ı Azam’a mahsustur.
İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed’e göre: "O beş günden birisinde bile başlanmış olsa, başlandıktan sonra bozulan nafilenin yeniden kılınması vaciptir" demişlerdir. Bu iki imama göre bu günlerde başlanan nafile orucun bozulması vacip olduğu gibi, daha sonra kaza edilmesi de vaciptir
Yukarıda da işaret edildiği gibi, nafile olarak başlanan bir namazın kılınması sırasında güneş doğsa da, güneşin doğması ile başlanan namaz ifsad olsa, aynı namazın başka bir zamanda kazası vacip olur. Oruç tutulması yasak olan beş günde başlanan ve bozulan nafile oruçların durumu aynen böyledir denilmiştir.
Milletlerin yegane dini olan yüce İslam dinine hizmet etmeyi bizlere nasib eyleyen Cenab-ı Hakk’ın şanı ne yücedir. Kendi ilahi varlığına bizi hizmet ettirişi de ikramlarının en büyüğüdür. Allah’ım, bizleri Sana layık hizmet eden kullarından eyle. Lutfundan, kereminden mahrum eyleme. (Amin!)