Son senelerde Müslümanların kafasını karıştıran, tereddütler ve şüphelere düşüren, hattı sapıklık batağına batıran yazılar gazetelerde çık maktadır. Bir kısım televizyon kanalları da bu gibi kimselere konuşma fırsatı vermekte, onlar da bu Müslüman milletin inançlarını sarsmaktadır. Bunun neticesi bir kısım kişiler sapıtmakta veyahut mukaddes duyguları sarsılmaktadır.
Bu gizli tahribatı yapanların bir kısmı makam, mevki, para ve diğer maddî menfaatler uğruna bu sapıklıklara başvurmaktadır.
Bilerek bile olsa, bu tahribatı yayanlara Allah’tan hidayet dilemekteyiz.
Bir kısmı bilgisizlikten, Kur’an mealleri ve bir kısım hadis tercümelerini kendi anlayışlarına göre yorumlamaktadırlar.
Bu tip insanlar, Kur’an’dan ahkam çıkarmayı çocuk oyuncağı zannediyor; bir ayetin manasını (mealini) okuyunca kendi kafasına göre ondan hüküm çıkarıyor.
Gerçekte ise Kur’an’dan hüküm çıkarmak için birçok ilimleri bilmek lazımdır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz.
1 Arapçayı çok iyi bilmek lazımdır.
a) Arapça gramer (sarf, nahiv ilimlerini),
b) Arap edebiyatını (maanî, bediî, beleğat),
c) Arap kabilelerinin lehçelerini (İslam’ın
doğuşu esnasında),
d) Alaka (mecaz, kinaye, cinas, istiare vs),
e) Mantık ilimlerini iyi bilmek gerekir.
2- Kur’an ayetlerinin nüzul sebeplerini (her ayetin Allah tarafından gönderilme sebebi vardır) çok iyi bilmek lazımdır.
3- Kur’an’ı baştan sonuna kadar çok iyi bilmesi, ezberlemesi gerekir. Kur’an’da ayetler; konu konu, bab bab ayrılmamıştır. Mesela, bir konuya ait ayetler tek surede, tek babda bulunmamaktadır. Bir konuya ait ayetin birisi Kur’an’ın baştaki surelerinde, birisi ortadaki surelerinde ya da son surelerinde bulunabilir. Bir ayeti, başka suredeki ayetlerle tefsir edebilir. Birbirinin tamamlayıcısı olan ayetler, değişik surelerde bulunabilir.
4- Kur’an ayetlerinin baş tefsircisi Peygamberimiz (sav)’dir. Peygamberimizin, o ayeti nasıl anladığını bilirsek o ayetin gerçek manasını anlayabiliriz.
5- Kur’an’ın manasını doğrudan doğruya Allah Rasulü Hz. Muhammed (sav)’den alan, O nun tefsirini bilen ashabın görüşleri de çok önemlidir.
6- Yüce Peygamberimizin hayatını, Hicazmıntıkasını, bölgenin özelliklerini, o zaman yaşayan Arapların hayat şartlarını, dinî, ahlakî, sosyal yönlerini bilmek lazımdır.
7- Usul-ü Fıkıh, Usul-ü Tefsir ve Usul-ü Hadisi çok iyi bilmek lazımdır. Bu madde son derece önemlidir. Hüküm çıkarma tekniğini (Usul-ü Fıkıh) bilmeden Kur’an ayetlerinden hüküm çıkarılamaz. Hadislerden hüküm çıkarma tekniğini (Usul-ü Hadis, Usul-ü Fıkıh) bilmeden hadisler anlaşılamaz.
8- Asırlar boyunca pek çok müctehid yetişmiştir. Bunlar, Kur’an ve hadislerden birçok hüküm çıkarmışlardır. Bunların delillerini bilmek gerekir.
Bilhassa İslam’ın ilk devirlerinde yetişen müctehidler, İslam’ın kaynağına çok yakın, son derece Allah korkusu ile dolu ilim ve irfan sahibi kimselerdi.
Bu müctehidler; uzun mütalaa ve tetkikler sonunda en büyük müctehid olarak, dört büyük müctehidi (İmam Azam Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel) kabul etmişlerdir. Tarih boyunca Müslümanların büyük çoğunluğu, bu dört büyük müctehid etrafında birleşmişlerdir. Bu dört müctehidin görüşleri, “Ehli Sünnet” mezhepleri olarak kabul edilmiştir.İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed, İmam Züfer çok büyük müctehid oldukları halde İmam-ı Azama tabi olmuşlardır. İmam Gazali, Şafii’ye tabi olmuştur. Asırlar boyunca g^ien müctehidler, bu dört imama uymuşlardır. Uyrnayan müctehidlere de tabi olan kimse olmamıştır.
İşte bu büyük müctehidlerin görüşleri, da-yanakları, delilleri bilinmeden onlar hakkında “Onlar da insan, biz de insanız. Onların aklı varsa bizim de aklımız, ilmimiz onlardan aşağı değildir” demek kuru cehaletten başka bir şey değildir.
Bu gerçekleri anlattığımız zaman şöyle derler:
“Siz, ictihad kapısını kapattığınız için geri kalmışız; aklı, düşünmeyi durdurdunuz. Halbuki Kur’an düşünmeyi emrediyor.”
Biz, ictihad kapısının kapanmasını istemiyoruz. İnsanlar, Kur’an ayetlerini inceleme, düşünme konusunda alabildiğince serbesttir.
Ancak itikat, ibadet, ahkam ayetleri konusunda herşey düşünülmüş ve söylenmiştir. Bunların dışında araştırılacak, düşünülecek pek çok konu vardır. Kur’an’da mesela: “Yadi kat gök, yedi kat yer nasıl? Deveye bakmazlar mı nasıl yaratılmış? Gök nasıl yükseltmiş? Dağlar nasıl dikilmiş? Yeryüzü nasıl yayılmış?”411
Yukarıda anlattığımız ilimlerden mahrum bazı kimselerin yanlışlarından birkaç örnek verelim:
Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinin 62. ayetine Yaşar Nuri Öztürk gibi bazı kimseler yanlış mana vermektedirler:
“İman edenler! Yahudiler, Hıristiyanlar ve yıldıza tapanlardan Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükafatları vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.”
Bu ayete dayanarak Yahudi, Hıristiyan ve yıldıza tapanların cennete gireceklerini iddia etmektedirler.
Bazı kimseler de samimi Müslüman oldukları halde bilgi azlığından bu iddiada bulunmaktadırlar. Bundan bir sene kadar önce, samimi bir Müslüman olduğuna inandığını Said Çekmegil’in muhterem oğlu Selami Çekmegil, Vakit gazetesinde bu ayeti delil göstererek Agop, Kirkor, Moşe’lerin cennete gireceğini iddia etmişti.
Bu ayette Allah, Yahudi, Hıristiyan ve yıldıza tapanların doğrudan doğruya cennete gireceklerini bildirmiyor, Allah’a ve ahiret gününe iman etmelerini, salih amel işlemelerini şart koşuyor.
Esasen sadece, Allah’a inanma, imanın bütün esaslarına inanmak demektir. Yüce Peygamberimiz: “Kim “Lâ ilâhe illellâh” (Allah’tan başka ilah yoktur) derse, cennete girecek” buyurmuşlardır. Bunun manası; sadece Allah’a iman, Allah’ın bildirdiği bütün iman esaslarına inanmak demektir.
Nitekim bir kişinin Müslüman olması için, Kelime-i Şehadet getirmesi kâfidir. Kelime-i Şehadet getirmekle Allah ve Rasulü’nün bildirdiği bütün esaslara inandığını beyan etmektedir.
Ayrıca bu ayeti izah eden, tamamlayan başka ayetler de var; bunları niçin görmüyorlar?
İşte şu ayetler; Peygamberimize, hatta diğer peygamberlerden birine bile inanmayanın tam kafir olduğunu açıkça beyan etmektedir.
“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu? İşte, gerçekten kafir bunlardır. Ve biz, kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”412
Bu ayet açıkça bildiriyor ki; bizim peygamberimize inanmayanlar kafir olduğu gibi, Kuran’da ismi zikredilen bir peygamberi inkar etse yine imanı kaybolur.
Yine Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde Ramazan köşesi yazan Zakir Barut isimli yazar: “Kur’an’ın Nemi suresinin şu ayetine göre ölüler duymaz, okunan Kur’an ve dualar onlara gitmez” diye yazdı. Delil getirdiği ayetin meali şu: “Bil ki, sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp gittiği vakit sağırlara duyuramazsın.”413
Bu ayetten sonra gelen 81. ayeti inceleseydi, bu yanlışlığa düşmezdi.
“Sen, körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola (İslam’a) getiremezsin. Ancak ayetlerimize inanıp
da teslim olanlara duyurabilirsin.”414
Buradaki “körlüğün, sağırlığın” manevi körlük ve sağırlık, yani imansızlık olduğu açıktır. Nitekim bu ayetin son kısmı (ancak ayetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin) manevî duyurma olduğunu açıkça bildirmektedir.
Şu ayet de manevî körlük, sağırlık, akılsızlık açıkça beyan edilmektedir:
413 Nemi suresi, ayet: 80
“Andolsun biz, cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri (akılları) vardır; onlarla kavramazlar. Gözleri vardır; onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”415
İşte Nemi suresinin 80. ayetine dayanarak ölülerin duymayacağını iddia etmek yanlıştır. Kabirde yatanların duyacağı ve kabir azabının gerçek olduğunu hiçbir Müslüman inkar edemez. Kabirde yatan herkesin ve hatta Müslüman olmayanların duyacaklarını Yüce Peygamberimiz (sav), Bedir harbinde açıkça belirtmiştir. Bedir harbinde, Ebu Cehil de dahil yetmiş müşrik öldürülmüştü. Allah Rasulü bir çukur kazdırdı, hepsinin cesedini doldurdu, üzerlerini kapattırdı ve onlara şöyle hitap etti: “Ey Ebu Cehil! Ey falan!... falan!... Ben, size demedim mi? Allah birdir, ben de Rasulüyüm, keşke buna inansaydınız, Müslüman olsaydınız da şimdi çektiğiniz azabı çekmeseydiniz...” O, böyle buyurunca ashab sordular:
“Ey Allah Rasulü! Bunlar öldüler, duyarlar mı?” O: “Çok iyi duyarlar da cevap veremezler” buyurdu.
Kendilerini en ileri görüşlü, aydın, dini en iyi
bildiklerini zanneden Prof. Yaşar Nuri Öztürk ve ona özenen, herşeyi bildiğini iddia eden Prof. Bayraktar Bayraklı, Ramazan ayında sahur vaktinde “Kur’an bize yeter, başkalarının sözleri bizi bağlamaz” iddiasında bulundular. Bayraklı, bu görüşüne şu ayeti delil getirdi. Öztürk de onu tasdik etti:
“Kendilerine okunmakta olan kitabı (Kur’an’ı) sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.”416
Bütün Kur’an ayetlerini ezbere bildiğini, kuvvetli hafız olduğunu her zaman iddia eden Bayraklı, bu ayetten önceki ayetin manasına dikkat etseydi ne kadar yanıldığını anlardı. 49. ayette müşriklerin sorusuna Yüce Allah, 50. ayette cevap veriyor.
49. ayetin meali şudur:
“Onlar, Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil mi?” derler. De ki: Mucizeler ancak Allah katindadır. Ben ise sadece apaçık uyarıcıyım.”417
Burada, İslam’a karşı onların yeni mucize istemelerine karşılık Kur’an’ın en büyük mucize olarak kafi geleceğini beyan etmektedir.
416 Ankebût suresi, ayet: 51
417 Ankebût suresi, ayet: 49
“Ayet” kelimesinin bir manası da mucize demektir. “Ta ki sana (Musa’ya) en büyük ayetlerimizi (mucizelerimizi) gösterelim.”418
O televizyon konuşmasında Yaşar Nuri Öztürk de “Kur’an’da Allah: Dininizi kemale erdir¬dim.”419
Buyurduğu halde birtakım insanlar Kur’an’ı eksik kabul ederek başkalarının sözleri ile tamamlamak istiyorlar, bu ne saçmalık?” dedi.
Bunlara göre Kur’an herşeye kâfidir. Başka kaynağa lüzum yoktur. Kur’an’ı da kendi kafalarına göre yanlış tefsir ettiklerini verdiğimiz örnekler açıkça göstermektedir.
Evet, Yüce Allah; “Dininizi kemale erdirdim...”420
Buyurmuştur elbette. İslam dini, kemale ermiş bir dindir. Bunda herkes ittifak etmektedir. Ancak bu kemal, dinin ana esaslarını bildirmektedir. Ana esaslarda elbette kemale ermiştir.
Ancak İslam dininin bütün detayları, teferruatı Kur’an’da beyan edilmemiştir. Bunu Allah Rasulü’nün sahih hadisleri tamamlamaktadır.
418 Tahâ suresi, ayet. 23
419 Maide suresi, ayet: 3
Mesela, Kur’an’da beş vakit namaz çeşitli ayetlerde beyan edildiği halde sabah öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının kaçar rekat olduğu beyan edilmemiştir. Farz olan namazların kaç rekat olduğunu Peygamberimizin tatbikatı (fiili hadis) ve hadislerinden öğrenmekteyiz. Peygamberimizin tatbikatı ve hadislerine uyulmazsa namazı nasıl kılacağız?
Aynı şekilde zekat durumu da böyledir. Kur’an’da zekat emredilmiştir. Fakat altın, gümüş, koyun, sığır ve madenlerden ne miktar zekat verileceğini beyan eden Peygamberimiz (sav)’dir.
Yine Kur’an’da bazı kelimeler çeşitli manalara gelmektedir. Mesela “Lâmes (dokunma)” kelimesini zâhir manasıyla dokunma anlamını kabul eden olmuştur. İmam Şafii, bu manayı kabul etmiştir. Nisa suresinin 43. ayetindeki “Lâmes” kelimesi icabı, kadına dokunan kimsenin abdestinin bozulacağına kanaat getirmiştir. İmam Ebu Hanife ise “Lâmesden cinsî münasebet manasını anlamış, kadına münasebetle bozulacağına kanaat getirmiştir. Şimdi siz, hangi manayı kabul edip amel edeceksiniz?
ayet tercümesiyle İslam’da ahkam kesilmez. Allah İslâmî Basiret Versin
Yine Kur’an’da bazı kelimeler var ki, Arapçada iki zıt manaya gelmektedir. “Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) “üç kuru” beklerler...”421
Bu ayetteki kuru kelimesi “karı kelimesinin çoğuludur. Karı kelimesi, Arapçada kadının aybaşı hali manasına ve hem de aybaşından temizlenme haline denir. Mezhep imamlarının bir kısmı “aybaşı hali” bir kısmı ise “aybaşından temizlenmiş hali” olarak anlamaktadır. Araplar arasında bu iki mana da kullanılmaktadır.
İşte bu gibi birçok incelemeleri bilmeden, bir iki