İtikaf: Beklemek, devam etmek, hapsolmak, ya-saklanmak gibi manalara gelmektedir. Aşağıdaki ayeti kerime bunu ifade etmektedir.
Cenabı Hak buyuruyor:
"Onlar inkar edenlerdir. Sizi Mescid-i Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanların yerlerine gitmekten alıkoyanlardır." (*)
İtikafm mescidlerde yapıldığını bu ayeti kerime ortaya koymaktadır. İtikaftan maksat nefsi hapsetmek ve onu isteklerinden bir müddet uzaklaştırmaktır. Bir şeye yönelmek, bir şeye hizmet etmek manalarını da içine alan itikaf kelimesi, yönelmede ve hizmette devamlılığı da ayrıca ifade etmiş olmaktadır. Bu hususla ilgili olarak Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Israiloğullannın denizden geçmelerini sağladık. Puta gönülden tapan bir millete rasladılar. (Ey Musa! Onların tanrıları gibi bize de tanrı yap) dediler... "
İtikafm şeriat manası, içerisinde beş vakit namaz kılman bir camide belli süre itikaf niyetiyle beklemek demektir. Hazreti Ali ve Huzeyfe (r.anhüma)’nin ifa(*) Feth Suresi, ayet: 25 delerine göre itikaf ancak içerisinde cemaatla beş vakit namaz kılman camilerde yapılabilir. Bu aynı zamanda en mükemmel bir şekilde cemaatla kılınacak bir namazı bekleme halidir. İçerisinde beş vakit namaz kılınmayan bir cami veya mescidde itikaf yapılamaz. Bu husustaki en doğru görüş budur.
İmam-ı Ebu Yusuf, vacip olan itikafm ancak içerisinde beş vakit namaz kılman bir camide yapılabileceğini, sünnet ve müstehap olan itikaflarm yapılabilmesi için, itikafta bulunulacak cami veya mescidde cemaatın şart olmadığını ifade etmektedir. Camilerde itikafta bulunmak erkeklere mahsus bir ibadettir.
Kadınlar da itikafta bulunabilirler. Ancak onların itikafa girecekleri yer evlerinde namazgah olarak kullandıkları ve itikaf için belli ettikleri bir yer veya evin bir köşesidir. Kadınlar itikaf için bir yer belli etmezlerse itikafları sahih olmaz. Onların mescidlerde veya camilerde itikafa girmeleri yasaktır.
İtikafm rüknü, beklemektir. Şartı, içerisinde cemaatla beş vakit namaz kılman bir mescid veya caminin bu hizmet için seçilmesi, niyet etmek, nezredilen bir itikaf ise oruç tutmak, müslüman olmak, akıllı olmak, büluğ çağma ermiş olmak, hayız veya nifas hallerinden temizlenmiş olmaktır.
İtikafta bulunan kimsenin ihtilam olması itikafını bozmaz. Nezir olan itikaflarda oruç tutmak gerektiği için oruca mani hallerin bulunmaması, özellikle hayızdan ve nifastan temizlenmiş olmak gereklidir. Cünüplükten temiz olmak oruçlu için şart olmadığı gibi itikafta bulunan kimse için de şart değildir.
Nezredilen itikaf gibi cünüp olmakla bozulmuş olmaz.
İtikafm sebebi, nezreden kimse için yerine getirilmesinin nezir olmasıdır. Yani nezreden kimsenin onu yerine getirmesi vaciptir. Nezrin hükmü budur. Nafile olan itikafta sebep ise, daha çok sevaba sahip olma arzusudur.
İtikafm hükmü, eğer nezredilen bir itikaf ise, dünyada nezir borcundan kurtulmak, ahirette de sevaba nail olmaktır. Sünnet veya müstehap bir itikaf ise, yalnız ahirette sevaba nail olma niyet ve arzusundan ibarettir. İtikafm fazileti bu bahsin ilerisinde anlatılacaktır. Şeriate uygun olarak eda edilecek itikafm sıfatı üç kısımda ifade edilmektedir. Bunlar:
1- Nezredilmekle yerine getirilmesi vacip olan itikaf,
2- Sünneti müekkede olup, kifaye cinsinden sünnet olan itikaf ki, bu sünneti bir memlekette bir veya birkaç kişi yerine getirirse diğer müslümanlardan bu' sünnet borcu düşer. Aksi halde bir memleket halkının tamamı bu sünnetin yerine getirilmemiş olmasından Allah’ın Resulü’ne karşı sorumlu duruma düşerler. Bu itikaf Allah’ın Resulü’nün Ramazan orucu ile birlikte her yıl bizzat devam ettikleri ve her Ramazan ayının son on gününde, yukarıda da işaret edildiği gibi, içerisinde günde beş vakit namazın cemaatla kılındığı bir camide yapılan itikaftır.
Allah’ın Resulü’nün vefatından sonra, aynı sünnetin Ezvac-ı Tahirat (mübarek zevceleri annele-rimiz) tarafından her sene devam ettirildiği sahih rivayetlerle sabit bulunmaktadır.
Ramazan orucunun farz oluşu ile hem oruca hem de itikafa başlayan Allah’ın Resulü, ilk itikafa ikinci on günden başlamış ve Ramazan ayının ortasında itikafa niyet etmişken, Cebrail Aleyhisselam’m geldiğini ve:
"Ey Allah’ın Resulü, aradığın ileridedir" buyurarak Kadir gecesinin Ramazan ayının son on günü içerisinde bulunduğuna işaret etmesi üzerine, ondan sonra Medine’deki on senelik risalet hayatları sırasında hep son on günü itikafla geçirdiğini görmekteyiz.
Bu habere dayanarak, İslam alimlerinin çoğu Kadir gecesinin Ramazanın son on günü içerisinde bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı, Kadir gecesinin, Ramazanın yirmibirinci gününün gecesi olduğunu iddia ederken, bir kısmı yirmiyedinci gününün gecesi olduğunu iddia etmişlerdir. Herhalde doğru olan da bu son görüştür. En doğru olanı ise, o günü son on gün içerisinde aramaktır. Bilhassa son on gün içerisindeki tek günlerin, yani yirmibir, yirmiüç, yirmibeş, yirmiyedi, yirmidokuzuncu günler Kadir gecesinin bulunma ihtimali kuvvetli olan günlerdir.
İmam-ı Azam Hazretleri Kadir gecesinin muhakkak Ramazan ayının içerisinde bulunduğunu, ancak bunun için kesin bir gün verilemiyeceğini ve Ramazan süresince bu gece için hazırlıklı bulunulmasının uygun olacağı görüşünü savunmuştur. Hatta, aynı imamın görüşüne göre, bu gecenin bazı senelerde Ramazan ayının başına yakın günlerde, bazı senelerde de son günlerinde bulunduğu yine iddiaları arasında yer almaktadır.
İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed’de Kadir gecesinin Ramazan ayının içerisinde bulunduğu, fakat bazan ilk günlerinde, bazan da son günlerinde görüldüğünün doğru olmadığı, her sene Ramazanın belli ve tek gecesinde görüldüğü görüşündedirler.
Bu hususta İmam-ı Azam’dan meşhur olarak rivayet edilen bir görüş vardır ki, o da, bu kitabın geceleri ihya etmekle ilgili bölümde de belirtildiği gibi, Kadir gecesinin Ramazanla birlikte devrederek zamanla senenin her gecesine rastlamış olmasıdır. Bu konu o bahiste de etraflıca ele alınıp işlendiği halde, sevabı için burada yeniden ele alınıp işlenmeye devam edilmektedir.
Kadir gecesinin Ramazanın birinci gününün gecesi olduğunu iddia eden alimlerin yanında yirmi dokuzuncu gecesi olduğunu iddia eden alimler de bulunmaktadır.
Büyük sahabe Zeyd b. Sabit (r.a.) Kadir gecesinin, Ramazanın yirmi dördüncü gecesinde olduğunu ifade etmiş, İkrime (r.a.) de yirmi beşinci gecenin Kadir gecesi olduğunu bildirmiştir.
İmam-ı Azam ile ilgili birinci rivayetteki görüşün dayanağı, gece hakkmdaki rivayetin çokluğuna ve da- yanıklığma göredir. Ramazan ayı boyunca bütün gcelerde Kadir gecesinin araştırılması en doğru görüş olsa gerektir. Bu görüşten faydalanılarak, Allah’ın
Resulü’nün "Sizler Kadir gecesini Ramazan ayının son on gününde arayınız" hadisi şerifindeki ifadelerini, bu hadisi şerifin irad buyurulduğu sene Kadir gecesinin Ramazanın son on günlerinden birisinde bulunduğuna delil olmaktadır.
Kadir gecesinin bulunduğunun alameti olarak, gecenin sessiz ve sakin bir gece olup, fırtmasız, ne fazla sıcak, ne fazla soğuk bir gece olduğu ve o gece uyanık bulunan kimselere huzur ve huşu bahşettiği, sabahleyin de doğan güneşin, gözleri tırmalamayan ve rahat rahat bakılabilen bir ışık neşrettiği görülür. Sanki bir leğene bakıyormuşcasma, o sabah güneşe hem çok rahat bakılır, hem de ışığı gözleri rahatsız etmez.
Ramazan gecelerinde çok ibadette bulunulmasını temin için, hangi gecede olduğu gizlenmiştir. Çünkü, Ramazan gecelerinde her zaman dikkatli olmak daha çok sevap kazanmak için gereklidir. Kadir gecesini araştırma yolunda sarfedilen gayret ve gösterilen dikkatin hedefi işte budur. Kıyametin ne zaman kopacağının gizlenişi de bu esasa dayanmaktadır. Yani hemen kopacakmışçasına her zaman dikkatli olmak bu gizlilikte esas olarak alınmıştır.
Her şeyin hikmetini, hakikatini ve doğrusunu en iyi bilen ancak Allahü Teala’dır.
Müellif birinci ve ikinci kısma giren vacip ve kifaye olmakla beraber müekked sünnet olan itikafları bildirdikten sonra, üçüncü kısmı meydana getiren itikafm müstehap olan itikaflar olduğunu bildiriyor. Bu itikaflar nezir ve Ramazan ayının son on gününd<> yapılan itikaflardan başka, senenin her gününde yapılan itikafları içerisine almaktadır.
Nezredilen itikaflarda oruçlu olmak şarttır. Nezretmek ise, nezrini bizzat söylemekle olur. Nezir söylemekle gerçekleşen bir ibadet şeklidir. Nezretmeyi düşünmek veya istemek, bu düşünce ve istek dil ile ifade edilmezse, nezretmek için yeterli değildir. Nezir ile niyet ayrı ayrı şeylerdir. Niyetin yeri kalp olduğu halde, nezrin yeri dildir.
Nezir olan itikaflarda oruç şart olduğu gibi, müekked sünnet olan itikafta Ramazan ayı içerisinde ifade edildiği için zaten oruçlu bulunulmaktadır. Fakat, müstehap olan itikaflar için oruçlu olmak şart değildir. Bu hususla ilgili olarak Allah’ın Resulü şöyle buyurmaktadırlar:
"İtikafa girecek kimse için oruçlu olmak şart değildir. Ancak kendisi tutmak isterse tutabilir."
Nafile ibadetlerin tamamı kolaylığa dayanmaktadır. Kimse nafile ibadet yapacağım diye takatinin üstünde kendisini zorlamamalı ve başkası tarafından da zorlanmamalıdır. Bu hususta Haşan b. Ziyad (r.a.) müstehap itikaf için de oruçlu olmanın gerektiğine işaret etmektedir. Oruç tutularak yapılan müstehap bir itikafm en az müddeti bir gün olmalıdır. Bu hususta doğru olan, müstehap itikaflarda sınırlama yoktur.
İtikaf niyetiyle kısa bir anlık tarife uyan mescid veya camide bekleyiş de itikaf olmakta, aynı şeyi yapan kimse itikaf sevabını kazanmış olmaktadır. Hatta o kadar ki, bir kimse tarife uyan cami veya mescid içerisinde itikaf niyeti ile yürüyerek bir tarafından girip diğer tarafından çıksa itikafı sahih olur. Bu giriş ve çıkışın itikaf niyetiyle olması ve yolda yürür gibi yürüyerek geçilmemiş olması lazımdır. İtikafta esas olan bir ibadet oluşudur.
Cami içerisinde bir taraftan diğer tarafa yürümenin itikaf olması için bu yürüyüşün ibadet havası içerisinde geçmesi, Kur’an okumak, zikir yapmak, tevbe ve istiğfar etmek, salatü selam getirmek gibi şeylerle ve itikaf niyetiyle yürüyüşün zenginleştirilmesi lazımdır. Sonra bu kadarcık cami içerisinde kalış itikaf niyetiyle aynı şartlar içerisinde yürüyüşün itikaf sayılması asgari bir huduttur. Bu sınırın zorlan¬maması esastır.
İtikaf niyetiyle cami içerisinde bir anlık bekleyiş bile ibadettir. Bunda gece ile gündüzün bir farkı yoktur. Mescid veya camide itikaf niyetiyle bir anlık kalış bile ibadet olmakla beraber müstehap olan itikaf için daha uzun müddet için niyetlenmek gereklidir.
İtikafcı ister erkek olsun ister kadm istediği zaman itikaf yerinden çıkamaz. Ancak şeriatın çıkmasını uygun gördüğü hallerde çıkabilir. Mesela itikafta bulunulan cami veya mescidde cuma ve bayram namazları kılmmıyorsa, onları kılmak için itikaf yerini terketmek caizdir.
Mesela kılınacak namaz cuma namazı ise, sünnetini de birlikte aynı camide kılacak şekilde itikaf yerinden ayrılır ve namaz kılındıktan sonra doğru tekrar itikaf yerine döner. Bir kimse cuma ve bayram namazı için bulunduğu camiden çıkmayıp, böylece
itikafmı tamamlamış olsa, caiz olmakla beraber kerahet işlemiş olur.
İtikafcı, cuma ve bayram namazlarından başka, tabii ihtiyaçları için de itikaf yerinden ayrılabilir. Büyük ve küçük abdest bozmalar, herhangi bir pislik yıkamak, gusletmek gibi mazeretler için yerinden ayrılabilir. İhtiyacını gördükten sonra da derhal yerine döner. İnsanı ilgilendiren zahiri ihtiyaçların dışında başka şeyler için itikaf yeri terkedilemez. Allah’ın Resulü (s.a.v.), beşeri ihtiyaçların dışında itikaf yerini terketmezlerdi.
İtikafta bulunulan caminin yıkılması, zorla bir zalimin gelip çıkarması, eşinin ve ailesinin o memleketi terketmiş olması, itikafta kalmakla hayatının tehlikeye girmesi, itikafta kalınca malının telef olma durumunun ortaya çıkması hallerinden birisinin meydana gelmesi halinde, aynı itikafı bırakılan yerden devam ettirmek üzere başka bir camiye gidip devam ettirmek mümkün ise aynı yola başvurulur. Aksi takdirde yarım kalan itikaf bozulmuş olur.
Özürsüz olarak itikaf yerini bir saat terkeden kimse, daha sonra yerine dönse bile itikafı bozulur.
Bir kimse belli süre ile itikafta bulunmayı nezretse de itikaf yerinde bayılsa ve bu baygınlığı birkaç gün sürse itikafı bozulur ve aynı itikafm nezir olduğu için- başka bir zamanda yerine getirilmesi gerekir.
İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed, itikafta iken: "Yerini bir günün yarısından fazlasını dışarıda geçirmedikçe itikaf bozulmaz" demişlerdir. Müstehap olan itikaflarda bir an bile mescidden dışarı çıkılsa itikaf bozulur. Çünkü müstehap itikaflarm belli bir müddeti yoktur.
İtikafta bulunan kimse yemesini, içmesini, uykusunu, kendisi ve ailesinin ihtiyaçları için alış verişini ancak mescid içerisinde yapabilir. Çünkü bunda zaruret vardır. İtikafcı, itikaf süresinde kendisini şartları uygun olan mescide hapsetmiş insan demektir. Müddet tamam olmayınca ve yukarıda bahsedilen zaruret¬ler meydana gelmedikçe itikaf mahallinden asla çıkılamaz.
Yukarıda geçen hususlardan herhangi birisi için dışarıya çıkan kimsenin itikafı bozulur. Ez-Zahiriyye isimli eserde, akşam karanlığından sonra itikafcı yeme ve içme ihtiyacı için yerinden dışarı çıkabilir denmiştir.
Mescidde satmak için mal bulundurmak mekruh olduğu gibi, alış veriş de mekruhtur. Çünkü mescidler Allah’a ibadet ve taatta bulunma yerleridir. Ancak daha önce itikafcınm ihtiyacı temin edilmemişse ve bizzat cami içerisinde alış verişte bulunmaya mecbur kalmışsa bu takdirde beis yoktur. Ancak itikafla ilgisi bulunmayan kimsenin mescid veya cami içesirinde alım satım yapması tahrimen mekruhtur. Cami içerisinde itikafcınm dünya işleri ile meşgul olması asla caiz değildir. Bunun için söküğünü dikmesi de mekruh olarak kabul edilmiştir.
Susmanın sevap olduğuna inanılsa bile itikafcının itikafı sırasında Kur’an okumak, zikretmek, tevbe ve istiğfarda bulunmak, salat ü selam getirmek gibi sözlü ibadetlerde bulunmayıp susması mekruhtur.
Bazan tefekkür için susmak mümkündür. Fakat tefekkür sırasında da okunacak ayeti kerimeler ve dualar vardır. Konuşmaktan maksat, fuzuli konuşmamaktır ki, itikafcmın dünyalık konuşabilmesi için muhatabı da yoktur. Ya gerçeği söylemek, yahut da susmak İslamm şiarıdır.
Evvelki peygamberlerin şeriatlarında susma orucu diye bir ibadet şeklinden bahsedilmektedir. Susmanın ibadet olmasının İslamiyetle bir ilgisi yoktur. Ne var ki, faydasız ve süfli olan sözleri -dua niyetiyle bile olsa- söylemektense, susmak evladır.
İtikafcmın şeriat ilimlerine dair eser okuması, Allah’ın Resulü’nün hayatını ve hadisleri tedkik etmesi caizdir. Ancak, itikaf yeri Kur’an okumak, zikir yapmak, tevbe ve istiğfarda bulunmak, salat ve selam getirmek için en elverişli olan bir yerdir.
Her şey yerinde işlenirse güzeldir. İlim araştırması yapmanın yeri ayrıdır. Muhabbet etmenin (sohbet yapmanın) yeri ayrıdır. İbadet ve taatta bulunmanın yeri yine ayrıdır. İtikaf yalnız ibadet ve taat yeridir.
Hayırlı ve doğruyu konuşmak mü’minlerin şiarıdır. Faydasız şeylerle vakit öldürmek mü’mine yakışmaz. İtikafta bulunan kimse ise vaktini faydasız şeylerle geçiremez. Boş söz konuşmak her mü’min için mekruhtur. Boş söz, ateşin odunu erittiği gibi kişinin faziletini ve sevabını eritir.
İtikafta bulunan kimse cinsi münasebet ve onu tahrik edici her şeyden kendisini korur. Çünkü bunlar itikafta bulunan kimse için haramdır. Bu hususla ilgili olarak Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır:
" Mescidlerde itikafa çekildiğinizde
kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın yasalarıdır...." (*)
İtikafta bulunan kimsenin karısını okşaması ve öpmesi de aynı yasak arasına girmektedir. Çünkü cinsi münasebet bunlardan kaynaklanmaktadır. Gerek cinsi münasebette bulunmakla, gerekse öpmek ve okşamak sonunda meni gelmesi ile itikaf bozulmuş olmaktadır. Bunlar ister kasden yapılmış olsun, isterse istemiyerek veya bilmeyerek meydana gelmiş ol¬sun, sonuç aynıdır. Zorlatılarak bu sonuçlar meydana gelen kimsenin durumu da böyledir. Aynı şeylerin gece veya gündüz meydana gelmesi arasında da bir fark yoktur.
İtikaf namaz ve hac gibidir. Oruç gibi değildir. Bu hususlarda orucun müsamahası vardır. İtikaf halinde bulunan kimsenin düşünerek veya bakarak menisinin gelmesi ile itikafı bozulmaz.
Gündüzüne nezredilen itikafm gecesinin de itikaf yerinde geçirilmesi gerekir. Dolayısı ile gecesine de nezredilmiş sayılmaktadır.
Birkaç günün itikafmı nezreden kimse nezrettiği günleri aralıksız itikaf yerinde geçirmelidir. Her ne kadar aralıksız devam ettirme hususunun itikafm şartı olarak gösterilmemişse de, Zahirü’r-Rivaye’de aralıksız devam ettirmenin gerektiği hususu açıkça ifade edilmiştir.
İtikafm edasında asıl olan aralıksız peşpeşe eda
(*) Bakare Suresi, ayet: 187 edilmesidir. Her ne kadar kendi nefsinde, başlı başına ibadet olan bir takım şeylerin birbirine vasledilmesi icab etmezse de, eğer bu vasıl için delil mevcutsa, müstakil birer ibadet olan ayrı ayrı cüzlerin birbirlerine eklenmeleri icabeder.
İki gün için nezir yapan kimse, aynı günlerin gecelerinde de nezrinin gereğini yerine getirmeye devam eder.
Niyetine girilen günün itikafma akşam namazın-dan sonra girmek gerekir. Gece veya gündüz itikafta bulunmak için özel olarak niyette ayırım yapılmadıkça bir gün gece ve gündüzden ibaret olarak düşünülmelidir. Bir günden fazla olan müddet iki gün dahi olsa, birçok günler manasında olup, günlerin birbiri¬ne eklenerek, itikafma devam ettirilmesi gereklidir.
Bir tek gündüzün veya bir tek gecenin itikafı için nezretmek caizdir. Hatta bir takım gündüzlerin niyette belirtilerek itikafmı nezretmek dahi caizdir. İtikafm sahih olabilmesi için niyet şart olduğundan müddetin niyette iyice açıklanması ve kaç günlük itikafa nezredildiği, gün olarak mı nezredildiği, yoksa yalnız geceler veya yalnız gündüzler mi itikaf için tahsis edileceği yapılan niyette gereği gibi belli edilmelidir. İtikafta niyetin sözlü olarak yapılmasının asıl olduğuna dair yukarıda gerekli bilgi verildi.
Bir kimse bir aylık itikafa niyet etse, bu bir aylık müddetin gece veya gündüzü için niyetinde ayırım yapmamışsa, bir aylık müddetin gece ve gündüzünün tamamında itikafa niyet etmiş olur. Müddetin ve zamanın açıklanması halinde, niyette açıklandığı şekilde yerine getirilir. Ancak itikafma niyet edilen geceleri birden fazla olması halinde, nezir olan itikafta oruç şart olduğu için bu niyet sahih olmaz. Buraya kadar aktarılan bilgiler Fethü’l-Kadir’den alınmıştır.
İtikaf, hem kitap (Kur’an-ı Kerim), hem de sünnet ile sabit olan bir ibadettir.
Kitaptan (Kur’an-ı Kerim’den) delili:
" Mescidlerde itikafa çekildiğinizde
kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın yasalarıdır..." buyurulmaktadır.
Bu ayeti kerimede mescidler, Cenabı Hakk’m rı-zasına yakın olma yeri olarak belirtilmiş bulunmakta, aslında helal olan cinsi münasebetten de itikaf müddetince uzak kalmanın esas olduğu meydana çıkmış olmaktadır. Ayeti kerime aynı zamanda, Allah’tan başka hiç bir şeyden itikaf süresince zevk almamayı da işaret etmiş bulunuyor.
İtikafm sünnetten (hadisi şeriften) delili Ebu Hüreyre ve Aişeyi Sıddıka (r.anhüma)’nm rivayet ettikleri hadisi şeriftir ki, bu hadisi şerifte gerek Ebu Hüreyre gerekse Hazreti Aişe validemiz şöyle buyur-maktadırlar:
"Allah'ın Rasulü (s.a.v.) Medine’ye teşrif buyurduktan ilk seneden itibaren, vefatlarına kadar her sene Ramazanın son on gününü itikafla geçirmişlerdir."
Zühri diyor ki: "Allah’ın Resulü’nün böylesine ehemmiyet verip bizzat her sene devam ettikleri bu itikaf sünnetini terkeden kimselere hayret etmekten kendimi alamıyorum. Nasıl olup da onun bu sünnetini terkedebiliyorlar!.."
Allah rızası için, yapıldığı takdirde itikaf şerefi ve değeri en yüce ibadetlerden birisidir. İki namaz vakti arasını ibadet ve taatla doldurmak olan itikaf, aynı müddet süresince namazda kalmak gibidir. Çünkü bu müddet, kulun Cenabı Hakk’a en yakın olduğu ve ondan başka her şeyden ilgisini kestiği bir zamandır. Bu bakımdan itikafm manevi güzellikleri saymakla bitmez.
İtikafm en güzel taraflarından birisi de kalbi dünyanın ve dünyalığın süfli ve geçici arzularından o an için çekip almak ve hakkın sevgisine ve hizmetine teslim etmiş olmasıdır. Çünkü kul itikaf süresince gönlünü ve her şeyini Rabbisinin emrine ve kulluk hizmetine vermiş olmaktadır.
İtikaf süresince, O’nun rahmet kapısını beklemiş olmakta, her şeyi O’ndan istemekte ve yalnız O’na güvenmiş olmaktadır. "Kulum Bana yaklaşırsa, Ben ona daha çok yakın olurum..." mealindeki kudsi, hadisin sırrına uygun hareket edilmiş olmaktadır. İtikaf Allah’ın evi olan mescid ve camilerde yapıldığı için, itikafcı Cenabı Hakk’m has misafiri olmaktadır. Sultanın davetlisi olan onun hediyelerine en yakın olan kimsedir.
Sultanlar sultanı olan Cenabı Hak kendi has misafiri olan itikafcı kulları için elbetteki has hediyeler ikram edecektir. Bir de O’nun davetlisi olmakla, O’nun himayesine girmiş olmaktadır ki, hiçbir maddi ve manevi düşmanın düşmanlığı onu müteessir etmez. Çünkü Cenabı Hakk’m saltanatı icabı olan gazabı, her türlü fenalığı yok etmeye muktedir ve iktidarı devamlıdır. Yardımı ve kayırması ile has misafiri olan itikafcıyı kayırıp kollamaktadır.
Kul, O Sultanlar Sultanının evine kendisini işte bu faydaları için hapsediyor. Hatta kendilerini O’nun evine hapseden kulların tamamı bunun için hapsetmiş oluyorlar.
Bir kulun gücü ve seviyesi ne ölçüde olursa olsun ne maddeten, ne de manen kendi kendine yeterli değildir. Korunmaya muhtaçdır, yardıma muhtaçtır, İşte kulu Allah’ın evine koşturan bu ihtiyacıdır. İti- kafcı da O’nun kulluk kapısını bekliyen, gerektiğinde evine girip kendilerini hapseden sayısız kullarından birisidir. Onun kapısına koşanlar, hizmetinde bulunanlar, korunmak için yardımını görmek için koşmakta ve hizmette yarış etmektedirler.
Kapısını bekleyen, kullarının birçok dileklerini O yerine getirmekte; lutfu ile, keremi ile, merhameti ile kullarına O ikram ve ihsanda bulunmaktadır. Kullarını düşmanlarının tasallutundan O korumakta, dilediğini kulluğu ile aziz etmekte, dilediğini de isyan ve inkar sebebi ile zelil etmekte, izzet veya zilleti seçmede kulunu serbest bırakmaktadır. Kim hangisini seçerse, seçene seçtiğini layık bulmakta ve nasib etmektedir.
Bu ifadelerle müellif Şirinbilali mühim tenbihlerde bulunmuş olmaktadır. İsteyen bu tenbihlerle maksadına erebilir, gözündeki ve kalbindeki nefsaniyyet perdesini kaldırıp gerçeği bütün çıplaklığı ile görebilir.
Müctehid imamlardan büyük alim, arifi billah Ata b. Ebi Rebah (tabiin alimlerindendir ve büyük hadis alimi ve sahabe İbni Abbas (r.anhüma)’nm talebesidir) İmam-ı Azam (r.a.)’m kendisinden ilim ve feyiz aldığı müstesna bir ilim adamıdır. İmam-ı Azam bu zat hakkında şöyle demiştir:
"Ben gördüğüm ilim adamları arasında Hammad’dan daha iyi fıkıh bilenini, Ata b. Ebi Rebah’tan daha iyi her ilimde derinliği olanını görmedim."
Ebu Hanife ictihadda bulunduğu meselelerinin çoğunu bu alimin rivayet ve görüşlerine dayandır-maktadır. O da İbni Abbas’tan, Abdullah b. Ömer’den, Ebu Hüreyre’den, Ebu Said el-Hudri’den, Ca- bir’den, Hazreti Aişe’den öğrendiği hadisi şeriflerle hüküm vermekte ve amel etmekte idi. Cenabı Hak cümlesinden razı olsun.
Bu zat Hicri 115 yılında 80 yaşlarında iken vefat etmişlerdir. İ’lamü’l-Ahbar isimli eserde kendisi hak-kında bu şekilde bilgi verilmektedir. Cenabı Hak kendisine rahmet ve merhametle muamele buyursun. Bu zat itikafla ilgili olarak diyor ki:
İtikafa giren kimsenin durumu şuna benzemektedir: Büyük bir kapıda, mühim bir ihtiyacını gördürmek isteyen kimse, acaba isteğim olacak mı, olmayacak mı diye titreyerek ve hatta endişe duyarak dileğinin sonunu bekler. İşte itikafcınm itikafmı sırasında yaptığı da böyle bir bekleyiştir. Rabbisinin kapısına varıp, ellerini O’nun ulu dergahına açar ve "Allah’ım.. Senin kapında, yalnız Senden bekliyerek istekte bulunuyor ve isteklerimin kabulünü diliyorum. Sana gereği gibi kulluk yapmama engel olan fazlalıklarımdan sen kurtar Allah’ım.. Sahibim, koruyucum, merhamet edenim yoktur. Beni her türlü fenalıklardan koruduğun gibi, yakınlarımı, dostlarımı ve bütün mü’minleri de koru Allah’ım.. Sen beni bağışlamadıkça kapından ayrılmak istemiyorum.. O günahlarım ki beni Sen’in rızandan uzaklaştırmakta, başıma binbir dert açmakta" diye yalvarmaya devam eder. Sonunda kuluna kereminden bir çok şeyler bahşeder. Şanına layık ikram ve iltifatlarda bulunur.
Bu şekilde Rabbisinin rahmet kapısını bekleyip, mağfiret dileyen itikafcı, Cenabı Hakk’m rahmet ka-pısında boynu bükük ve ibadet olarak yaptıklarının O’na göre değersiz, fakat günahlarının çok fazla olduğunu düşünüp, bunu bükük boyunla yapmak durumundadır.
Cenabı Hakk’m büyük ikramlarım celbetmeye vesile olacak şeyler, kula göre büyük olan gayret ve emeklerle sergilenmelidir. O’nun kapısında ihtiyaç için açılan eller O’na muhtaç olunduğu bilinerek açılmalıdır. Bütün süfli meseleler O’nun kapısında yere atılmalı, ahiret mutluluğu için O’nun bizzat kayırması istenmelidir. O her hayır ve bereket için kullarının kefilidir.
Müellif diyor ki: "Bendeleri aciz, fakir ve günahkar için bu örnekleri kendisini bilen kimseler için yeterli bulmaktayım. Her hususta yardım ve başarı, ancak Kadir olan Allah’tandır.
Kendisine inanma lütfunu bizden esirgemiyen
Allah’a sonsuz hamd ve senalar olsun. Eğer O hida¬yette bulunmasaydı elbette bizler de doğru yolu bulamaz ve O’nun yolunda olamazdık.
Salat ve selam, efendimiz, ulumuz ve Allah katında en sevgilimiz olan ahir zamanın sultanı Hazreti Muhammed Mustafa’ya, onun aile fertlerine, sahabelerine ve onun yolunda olanların cümlesinin üzerine olsun. Rabbi Zül Celalimiz’e, o habibini vesile kılarak bu şerhin ve metninin kabulünü diler.
Her ikisinden de okuyucusunun gereği gibi fay-dalanmasını, çok çok sevap kazanmalarını, gözümüzü, kulağımızı ve bütün varlığımızı bu eserden faydalandırmasını, içerisindeki hükümlerle amel ederek ömrümüzü bitirmemizi, bizzat kendimizin, baba ve annelerimizin, hoca ve üstadlarımızm, evlat ve torun-larımızın, akraba ve dostlarımızın günahlarının bağışlanmasını, ayıp ve kusurlarımızın örtülmesini, helalinden kazanıp huzur içerisinde ve Allah yolunda yememizi nasib ve müyesser kılmasını temenni ve niyaz eyleriz."