Kıymetli kardeşlerim!
Bu ayette yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Gerçek mü’minler ancak o kimseler ki, Allah anıldığı vakit kalpleri ürperir, karşılarında ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.”240
Her Müslüman iman sahibidir. İnancı yoksa zaten Müslüman değildir. Fakat imanın zevkini her mü’min alamaz. İnsanların çoğu “uydum kalabalığa” deyip “inandım” derler. Veyahut “a- namdan-babamdan böyle duydum, böyle gördüm ve öylece inandım” deyip geçerler. Asıl iman, araştırarak, gerçekleri görerek inanmaktır.
Bir de öyle iman var ki, inancından dolayı öyle bir zevk alır ki, hiçbir şeyden o kadar zevk alamaz.
İşte o zevki almanın şartını Yüce Peygamminberden gönüllere
berimiz hadiste bildirmiştir. “Kimde şu üç vasıf varsa imanın halvetini (zevkini) alır.”
1- Allah ve Rasulü’nü (Hz. Muhammed) her- şeyden, herkesten daha çok sevmek:
Bir mü’min, anasını, babasını, kardeşlerini, akrabalarını, çocuklarını sever; mal, mülk sevdası olabilir. Fakat Allah ve Rasulü’nü bunların hep¬sinden daha fazla sevmesi gerekir.
Birgün Allah Rasulü (sav), Hz. Ömer (ra)’a şöyle sordu: “Ey Ömer, beni ne kadar seviyorsun?” Ömer:
“Seni malımdan, akrabalarımdan, annemden, babamdan, çocuklarımdan daha çok seviyorum” dedi. Kendi canını katmadı. Allah Rasulü:
“Ey Ömer, tam mü’min olamadın” buyurdu. Hz. Ömer der ki:
“İçimde öyle bir iman cerayanı oldu ki, bütün varlığımla Allah Rasulü’ne şöyle dedim:
“Ey Allah Rasulü! Seni herşeyden, annemden babamdan, çocuklarımdan hatta canımdan daha çok seviyorum.” Allah Rasulü:
“Ömer, işte şimdi tam mü’min oldun” der ve şöyle buyurur:
“Sizden biriniz beni anasından, babasından, çocuklarından, bütün insanlardan çok sevmedikçe gerçek Müslüman olamaz.”
Her mü’min sözle “Ben Allah’ı ve Rasulü’nü herşeyden, oğlumdan da daha çok seviyorum. Hatta nefsimden de” diyebilir ancak tatbikatta yapabilir mi?
Hz. Ömer (ra) canından da daha çok sevdiğini söylemiş, tatbikatı ile de ispat etmiştir. Bir haber duyuldu ki Allah Rasulü hanımlarını boşamış, hanımlarından birisi de annemiz Hafsa (ra), (Hz. Ömer’in kızı), Hz. Ömer (ra) Allah Rasulü’nü görmeye geldi. Allah Rasulü, Bilal Habeşî’yi kapısına koymuş, kimseyi içeri almamasını emretmişti. Hz. Ömer;
“Bilal, ben Allah’ın Rasulü ile görüşmek isti-yorum” dedi. Üç defa tekrarlamasına rağmen cevap alamadı ve şöyle dedi:
“Bilal, kızım için şefaatçi geldiğimi sanma. Allah Rasulü (sav) emrederse, kızımı vallahi kendi elimle öldürürüm.” Hz. Ömer’in bağırarak konuştuğunu duyan Allah Rasulü, onun içeriye alınmasını emretti.
Yine Hz. Ömer (ra) halife iken en sevdiği oğlu yanına gelmek istedi. Hz. Ömer: “Oğlum çok işim var, seni dinleyecek vaktim yok” dedi.
MİNBERDEN GÖNÜLLERE
Allah Rasulü’nün torunu Hz. Haşan (ra) da halife ile görüşmek için geliyordu. Oğlunu kabul etmediğini görünce, halifenin huzuruna çıkmaktan vazgeçti. Onun geri döndüğünü gören Hz. Ömer:
“Haşan, niçin bana gelmekten vazgeçtin?” dedi. Hz. Haşan (ra):
“Ey mü’minlerin emiri! Özoğlunu kabul et-mediğine göre beni de kabul etmezsin diye geri döndüm” dedi. Hz. Ömer (ra):
“Haşan, bu nasıl söz? Sen, Allah Rasulü"nün mübarek oğlusun (torunusun, herkesten üstünsün) Abdullah ise sadece bir müslüman olan Ömer’in oğludur.”
Yani seni elbette oğlumdan, herkesten üstün tutarım. Çünkü sen, bütün insanların efendisi Allah Rasulü’nün torunusun. Elbette seni, oğluma ve herkese tercih ederim demek istemiştir.
Yine ganimet taksiminde Allah Rasulü’nün manevi torunu olan Üsame (ra)’ye daha çok oğlu Abdullah’a daha az vermişti. Abdullah:
“Baba, Üsame’ye niçin benden daha fazla verdin?” diye sordu. Hz. Ömer (ra) şöyle buyurdu:
“Oğlum! Üsame, Allah Rasulü’nün manevî oğludur. Sen ise Ömer’in oğlusun. Allah Rasulü, onun babasını, senin babandan onu da (Üsame’yi) senden daha çok severdi.”
Hz. Talha (ra), Uhud muharebesinde Allah Rasulü’ne atılan oka karşı elini siper etti. Eline ok isabet etti. Allah Rasulü’ne zarar gelmemesi için canını bile feda etmeye hazırdı.
Yine Uhud muharebesinde bir müşrik, “Ben, Muhammed’i öldürdüm” diye bağırdı. Allah Rasulü’nün öldürüldüğü şayiası, Medine’ye kadar ulaştı. Bir mü’mine hanım, koşa koşa ağlayarak Uhud’a geldi, ağır bir şekilde yaralanan kardeşi ile karşılaştı.
“Allah Rasulü’nü görmedikçe sana bakmam” dedi. Az ileride kocasının cesedi ile karşılaştı, ona da öyle söyledi. Biraz ileride oğlunun cesedi ile karşılaştı, ona da öyle söyledi. Sonunda Allah Rasulü’nü sağ salim gördü. Allah’a şükretti. Ondan sonra oğlunun, kardeşinin, kocasının yanına gitti.
İşte Peygamber sevgisi, her sevginin üstünde olursa ne koca ne oğul ne de kardeş gelir akla...
2. Bir kimseyi ancak Allah için sevmek:
Bir kimseyi, malı, güzelliği, tatlı konuşması, nüktedanlığı, akrabası ve asker arkadaşı olması sebebiyle sevmek iman zevki vermez. İnsan, sevdiğini Allah için severse ancak iman zevki duyar.
MİNBERDEN GÖNÜLLERE
Bir Müslüman, başka bir Müslümanı sadece Allah için sevmelidir. O müslüman da onu Allah için sevmelidir.
Yüce Peygamberimiz (sav), Allah için birbirlerini sevenlerin, mahşerde Allah’ın gölgesinde (himayesinde) olduğunu beyan eder.
3.Ateşe düşmeyi kötü gördüğü gibi küfre (imansızlığa) düşmeyi kötü görmek:
Hiçbir insan kendisini isteyerek ateşe atmaz. Çünkü biliyor ki, o ateş yakar, öldürür. Bu yüzden ateşe atılmak şöyle dursun, düşmemek için her çareye başvurur. Uyanık bir mü’min de küfür ateşine düşmemek için her çareye başvurur. Küfür ateşine düşmek, en büyük felakettir. Dünyadaki ateş, bir insanın sadece dünya hayatına son verir. Küfür ateşi ise ebedî sonsuz hayatını bitirir.
Bu zamanda bazı Müslümanlar, çocuklarını, Müslüman olmayan kimselere evlatlık vermektedirler. Bile bile ateşe atmaktadırlar.
Bir mü’min, kendisinin ateşe atılmasını istemediği gibi çocuklarının da ateşe atılmasından korkması gerekir. Bir kısım aile reisleri, çocuklarına dinî eğitim verilmesi konusunda hiç gayret göstermiyor. Dinini öğrendi mi öğrenmedi mi hiç önemsemiyor. Fakat birgün çocuğu dinsiz olursa o zaman dizlerini dövecektir. Heyhat, zamanında tedbir almadıktan sonra dizlerini dövmek ne fay¬da verir?
Bir gün, bir baba şöyle dedi:
“Oğlumu tahsil için Amerika’ya gönderdim. Orada Hıristiyan arkadaşları ile konuşmuş. Ona İslam’ı sormuşlar, cevap verememiş. Onlar demişler ki bir ay zarfında sen bize İslam’ı anlat. Müslüman olalım, yoksa biz sana Hıristiyanlığı anlatalım.” O da babasına mektup yazıyor. “Baba, bana dinî kitaplar gönder, aksi takdirde bir ay sonra Müslüman evladın yok...” Bir ayda İslam’ı öğrenecek, anlatacak mümkün mü?
Allah, müslümanlara İslam’ı öğrenmeyi, yaşamayı nasip etsin.